Kılıçdaroğlu’na hitaben…

Leonidas Kumakis yazıyor

.

Makalenin Yunanca cevirisi    

 Makalenin Ingilizce cevirisi

Türkiye’nin ana muhalefet lideri Kemal Kılıçdaroğlu devamlı olarak Ege’deki Yunan Adaları ve kayaliklari “Türkiye’ye ait olduklarına” dair açıklamalarda bulunmaktadır. 

Her açıklamasında, bunların sayısı konusunda kasti bir belirsizlik göze çarpıyor. Bazen “18 ada Yunan askerleri tarafından işgal edilmiş durumdadır” (Habertürk/ Aralık 2017), bazen “Türkiye’ye ait 156 ada ve kaya parçalarının askerlerle donatılması doğru değildir”  (Sözcü Gazetesi/ Mart 2018), bazen de “Hükümet, Yunanistan tarafından işgal altında bulunan 16 ada hakkında neden sesini çıkarmıyor?” (Partisinin parlamento üyelerine yaptığı konuşma/ Haziran 2019) şeklindeki beyanları bunun bir kanıtıdır.

2018’de yaptığı bir açıklamada, saf çiftçilerden tavuk çalacakmış gibi büyük bir rahatlıkla “2019’da iktidara geldiğimizde Ecevit’in Kıbrıs’ı aldığı gibi bunların hepsini alacağız” dedi.

Birkaç gün önce ise (Ocak 2020) Haber Global televizyon kanalında, Erdoğan’ın Libya’ya asker göndermesiyle ilgili yaptığı sert eleştirisinde tarih bilgisinden uzak olduğu göze çarpıyor: “Ege’de adalar var, doğru mu? Lozan Antlaşması gereğince bu adaların silahlandırılmaması gerek. Herhangi bir ülkenin bu adalarda silahlı kuvvetler bulundurması legal değildir. Bu adalarda Yunan askerleri var mı? Var. Bize ait adalar işgal altında mı? Evet işgal altında. O zaman nerde bizim milli kahramanımız? Dünya çapındaki büyük lider nerede? Nerede bu adam? Türkiye Mavi Vatan’ı elinden kaçırırsa, bu adam sayesinde kaçıracaktır.”

Bütün bunlardan bizim bugüne kadar anladığımız şudur: Her barışçıl Türk entelektüelin, Yunan kanallarının bizlere cömertçe sunduğu ve iyi huylu, uysal, bizimle aynı çileleri çeken her Türk yurtaşının, Erdoğan “Demokrasisi”’nin kovduğu ve Yunanlıların merhametle, sevgiyle bağrına basarak güvence sağladığı her Türk vatandaşının arkasında, her an boy göstermeye hazır küstah, zalim ve mütecaviz bir daimî Türkçülük rejimi saklıdır. Değişen tek şey, eskilerden Enver Paşa, Mustafa Kemal, İsmet İnönü, Adnan Menderes, Bülent Ecevit,  günümüzden ise Recep T. Erdoğan, Kemal Kılıçdaroğlu, Devlet Bahçeli ya da Meral Aksener olmak üzere bu anlayışı temsil eden değişik isimlerin öne çıkmasıdır. Hepsi aynı kalıptan çıkmış gibidir. Hepsi Parlamento perdesinin arkasına saklanan bu Türkçülük rejiminin temsilcileridir. Bu iğrenç rejime ayak uydurmak istemeyen Selahattin Demirtaş gibi yüzbinlerce kişi ise hemen hapsedilmektedir

Kısacası, aklı yerinde olan herhangi biri, Kılıçdaroğlu’nun ikiyüzlülüğüne ve cüretine şaşmadan edemiyor. Ona birkaç soru daha sormaktan da kendini alamıyor:

Sayın Kılıçdaroğlu, neden Türkiye Yunan adalarının karşısına binlerce çıkartma gemisiyle Ege Askerî gücünü oluşturup Yunan adalarını tehdit edebiliyor da Yunanistan müdafaası için hazırlıklı olmamalıymış? Neden Türkiye Yunanistan hava sahasını durmaksızın ihlal edip o adalarda yaşayan Yunan vatandaşlarını tehdit edebiliyor da Yunanistan onları korumamalıymış?

Neden bizleri devamlı bir şekilde belirsiz “argümanlarla” tehdit etme yetkisine sahipsiniz de, bizler Birleşmiş Milletler Antlaşmasının 51. maddesi gereğince kendimizi yasal olarak müdafaa etmemeliymişiz?

Yoksa savunmasız, çileli Kıbrıs’a başkalarının göz yummasıyla kolayca saldırabilmenizden şımarıp yeni kurbanınızı arama çabasına mı kalkıştınız? 

Sayın Kılıçdaroğlu, nasıl oluyor da Suriye Kürtlerinden korktuğunuzdan “güvenlik bölgeleri”  sağlamak gerekçesiyle üç kez yabancı topraklara girebiliyorsunuz? Bizim de sizin mantığınıza uyup, korunmak gerekçesiyle Anadolu kiyilarinda sahillerinde şimdiye kadar “güvenlik bölgeleri”  yaratmaya kalkışmamamıza şükretmeniz gerekmez mi?

Bizi Lozan Antlaşmasını ihlal etmekle suçlayan sizler, acaba neler yaptığınızı hatırlayamıyor musunuz? Lozan Antlaşmasının 14. maddesini çiğneyip size teslim ettiğimizde İmroz ile Tenedos adalarının %92’yi aşan Rum nüfusunu %1’den azına indirmenize ne demeli? Üstlendiğiniz güvenceleri küstahça çiğnediğinize göre adaları geri vermenizi talep etmemiz doğru olmaz mı?

Bizi Lozan Antlaşmasını ihlal etmekle suçlayan sizler, bu antlaşmadaki İstanbul Rumlarıyla ilgili maddelerin hangilerine saygı duyduğunuzu anımsayabiliyor musunuz? Düşünüp de yorulmanıza gerek yok. Hiç birini! 1940 yılında seferberlik, 1942 yılında ırkçı Varlık Vergisi, geride birçok ölü bırakan 1955 pogromu, 1964’te sınırdışı edilen binlerce aile… Bunlara benzer bir sürü olay hatırlatabiliriz size. Şimdi de ayaklar altına alıp rezil ettiğiniz Lozan Antlaşmasından mı söz edeceksiniz bize?

Hiçbir kurala uymadan, hiçbir yükümlülüğü yerine getirmeden, istediğiniz biçimde hareket edebileceğinizi mi sanıyorsunuz? Karşınızdakilerin de sorumluluklarını sizin menfaatinize uygun şekilde yerine getirmelerini mi bekliyorsunuz? 

Türkiye’nin ana muhalefet partisi lideri olduğunuza göre, İtalya ile Müttefikler arasında gerçekleşen Paris Antlaşması sonucunda On İki Ada’nın kayıtsız şartsız Yunanistan’a bağlandığını bilmeniz gerekmez mi? 1947 yılının Nisan ayında gerçekleşti bu antlaşma. Hani sizlerin kurnazca tarafsız kaldığınız, bizlerin ise bol şehit verdiğimiz İkinci Dünya Savaşı’nın hemen ardında. 

Türkiye’nin ana muhalefet partisi lideri olduğunuza göre, Midilli, Samos, Hios ve İkaria adalarının hava sahasında uçmanızın yasak olduğunu bilmeniz gerekmez mi? Aynı şekilde Yunanlıların da Anadolu kiyilari üstünden geçmeleri yasaktır. Bunlar, sizin çiğnediğiniz Lozan Antlaşmasında belirlenen konulardir. Bizlerin bunu hiçbir zaman ihlal ettiğimiz görüldü mü? O zaman sizler ne hakla bizim hava sahamızı devamlı ihlal ediyorsunuz? Acaba cezai ehliyet meselesi mi, bilelim… 

Türkiye’nin ana muhalefet partisi lideri olduğunuza göre, Dışişleri Bakanınız Tevfik Rüştü Aras’ın (1883-1972) 1936 yılında Yunanistan’ın Limnos ve Samothraki adalarına asker gönderme hakkına sahip olduğunu resmî ve yazılı olarak kabul ettiğinden haberdar olmanız gerekmez mi? 

Başkalarının yardımına güvenip istediğinizi yaptığınız günler geride kaldı.  Sahip olduğunuza inandığınız “ezici askerî gücünüz” tıka basa dolu olan hapishanelerinizin parmaklıkları arkasında. “Gönül Sınırları”, “Mavi Vatan” ve buna benzer şeylerle 21. yüzyılda tekrar bir Osmanlı İmparatorluğu kurmayı mı düşlüyorsunuz? 

Herhangi bir “fetih” ihtimali karşısında büyülenen cahil kitlelere sunduğunuz ucuz ve tehlikeli bir popülizmle iğrenç ideolojinize hizmet ettiğinizi sanıyorsunuz. Ne var ki “dost” sandığınız ülkeler de dâhil olmak üzere kendine saygı duyan hiçbir ülke artık size güvenmiyor. Çağdaş Türkiye’nin diplomatik alanda tamamen tecrit edildiğinin farkında değil misiniz yoksa?

Şimdi sizleri pohpohlayan, kendi menfaatlerine hizmet etmek için sizlere güzel sözler söyleyenlerin, zamanı gelince halıyı ayaklarınızın altından çekmeyeceklerine mi inanıyorsunuz? Siz ve sizin gibi düşünenlerin çağdaş Türkiye’yi kayalıkların üstüne sürüklediğinizi anlamıyor musunuz?

Son olarak, size ve sizin gibi düşünenlere büyük bir teşekkür borçlu olduğumuzu da itiraf etmeliyim. Üst üste yaptığınız uygunsuz davranışlarla dünyanın dört bir yanına savrulmuş Yunanlıları uyarmayı ve birleştirmeyi başardınız.  Şunu da sakın unutmayın: Bugünkü Yunanlılar, kana bulanmış tarihiniz boyunca hiçbir vicdan azabı duymadan katlettiğiniz savunmasız, masum insanlara benzemiyorlar. 

Kültürlü Türklerin ve Türkiye’de yaşayan diğer ulusların talep ettiği gibi barışçıl, medeni ve uluslararası kanunlara saygı duyan bir ülke olmanız için hiç geç değil. Bunu yapmadığınız sürece, başınızı duvara vuruyor gibi olacaksınız. Bu arada başınızın değil de duvarın yıkılacağına inanıyorsanız, sizin için pek hayırlı olmayacağını söylemek isterim…