Erdoğan’ın Beş Yarası

Leonidas Kumakis yazıyor

Σκίτσο Ν .Ροβάκη.

GREEK: Οι πέντε πληγές του Ερντογάν

Türkiye’nin Cumhurbaşkanı R.T.Erdoğan, modern Türkiye’nin 100. Kuruluş yıldönemine denk gelen tarihe kadar (29/10/2023), Osmanlı İmparatorluğunun diriltilmesi hakkındaki tantanalı planı, üst üste gelen yenilgilerle yüzleşiyor.

R.T.Erdoğan’ın fantazileri, dünya çapında, özellikle “2016 darbe” sonrası süreçte sunduğu kundaksal bildirileriyle öğrenildi ve sırasıyla bunlarla hem Türkiye halkı hem de uluslararası kamuoyunun ikna olmaları güdüldü.

Kayıda değer iki sunumunu hatırlamamız yeterli:

·         İlki, 24/3/2018’de 2. Suriye harekatı sonrasında Samsun il kongresi konuşmasından: “Büyük ve güçlü Türkiye inşaası için gekekirse can vereceğüz, can alıcağız”,

·         İkincisi, 14/10/2019 da Bakü’de Dünya Türk İş Konseyi Bakü Buluşması Toplantısından: “… Şahit olduğumuz tepkiler bölgemize ve ülkemize yönelik kimlerin hesabını bozduğumuzun bir ispatıdır. Barış Pınarı harekâtı ile en az 1974 Kıbrıs harekâtı kadar hayatî önemli bir adım atılmıştır. Tehtidlere ve baskılara aldırmadan başladığımız işi mutlaka bitireceğiz. Açık söylüyorum Bir kere yükselen bayrak bir daha inmez”.

Hiç bir kimseyi ve hiç bir şeyi nazrı itıbara almazken, özellikle “Erdoğan ailesinin” inanılmaz yolsuzluk ve komplikasyonlarla yüklü bir sabıka kaydı varken, Türkiye sınırları dahilinde inanılmaz baskı rejimi uygulanırken ve işgâl altında topraklar varken, bu tehlikeli fantazilerin ciddi ve kanayan veya iyileşemeyecek yaralar açması bir zaman meselesiydi.

Şimdi kısaca, yalnız kendi mutlak gücünü titreden değil de aynı zamanda Türkiye’yi kayalara yönlendiren R.T. Erdoğan’ın Türk halkına açtığı birçok yaralardan sadece beşine bakalım:

1) Suriye, 2011’de Arap Baharı bağlamında bir “ayaklanma” ile başlayan iç savaşı etkisiz hale getirme çabası, Suriye-İran-Rusya ittifakına bugüne kadar büyük masraflara neden oldu.

Tüm Arap Baharı ayaklanmalarını destekleyen İslamcı Türkiye, Arap Baharı’nın başarılı olacağı tüm ülkelerin kontrolunu azmediyor. Özellikle komşu Suriye’de bu destek, global ve açık bir şekilde tüm hükümet karşıtı gruplara ve hatta en aşırı cihatçılara bile verildi.

Ancak, kanlı, beş yıllık bir savaştan sonra, arzu edilen sonuçlara ulaşılamadığından, Türkiye, Suriye topraklarına ayak atabilmesi için ideal bir bahane buldu: Görünen bağımsız Kürt devletinin kurulmasını engellemek…

Bu hedefi Türkiye, bölünmesini istemeyen Suriye, orada yaşayan on milyondan fazla Kürtten korkan İran ve halihazırda federal olarak tanınmış özerk bir bölgeye sahip Irak (Irak Kürdistanı) devletleri tamamen kabullendiler.

Rusya bu pantürkist* fantazilerden faydalandı. Diğer taraftan Suriye ve İran’ın kabulleriyle Osmanlı marşları eşliğinde ve Suriye istilası gaylanıyla yaşayan Türk halkının desteğiyle, ilk Türk istilâsı (Fırat Kalkan) 2016 da başladı.

Ardından ikincisi (Zeytin Dalı, 2018) ve Ekim 2019’da en acı verici olan üçüncüsü. Üçününde de Amerika’nın “rızası” bulunuyordu. Üçüncü “rıza” Suriye ayaklanmasını bastırmak için paha biçilmez yardımda bulunan Kürtlere ihanet olarak kabul edildi.

Türkiye’nin niyetlerini çok iyi bilen Kürtler, Ruslar, İranlılar ve Suriyeliler Suriye’de Erdoğan Türkiye’sine kalıcı, kanayan ve tehlikeli bir yara yaratmaya özen gösterdiler.

2016’daki ilk Türk istilasını takip eden günden itibaren, Rusya ve İran’ın desteklediği Suriye hükümet güçleriyle doğrudan ya da dolaylı olarak iş birkiğinde bulunan Kürt güçleri, Türk işgal birliklerine günübirlik ağır kayıplar ve yavaş yavaş bir cehennem yaşattılar ki bunlar nadiren resmî beyanlarda yer aldılar.

Böylece olaylar Erdoğan’ı 5/3/2020’de Moskova’ya sürdü, gün ışığına çıkan bekletilme cezası ile küçük düşürüldükten sonra sözlerle değil fakat pratikte azap verici bir uzlaşma imzaladı.

Ayrıca, Türkiye’nin Suriye’nin toprak bütünlüğüne olan saygısını bir kez daha ilan etmek zorunda kaldı. Bu taahhütü, 2023 yılına kadar iyilik ve ya şiddet göğüsleyerek tutmak zorunda kalacak!

2) Meriç / Ege: Çeşitli savaş cephelerinden gelen “tanık” foroğraflarla belgelenen Suriye ve Libya’daki Türk Vietnam’ı ve azap verici uzlaşma, Türkiye’nin İslamcılarını gayet çarpıcı bir yönelim değişikliğine itti. Böylece bir başarı ve kayıda değer bir kazanç beklentisiyle Yunanistan ve Avrupa’nın alehine yöneldiler.

Hedefler belirli ve her ayrıntıları iyice işlenmiş: Yunanistan’ın çeşitli yerleşim bölegelerne yüzbinlerce seçkin Müslüman yerleşimci yerleştirmek ve Avrupa’yı santaj altında bulundurmak.

Türk “silahları” haphazırdı: Suriye’li mültecilere karışmşı aşırı cihatçılar, eziyet içinde Asya’lı (tercihen Pakistanlı ve Afganlı), Afrika’lı (tercihen orta Afrikalı) göçmenler, ağır cezalı hükümlüler den oluşmuş orduyu ve tehlikeli suçlardan arananları Yunanistan’ın belli odak noktalarına yerleştirip, zamanı gelince Türkiye lehine kullanmak.

Türkiye’nin, aşırı derece hibrit hücumu ile Paul Joseph Geibels’in bile kıskanacağı acımasız propagandası, 28/2/2020’de Ankara’daki olağan üstü askeri toplantıdan kısa bir süre sonra başladı.

Hem Meriç hem de Yunanistan’ın Ege adalarına yönelik elektronik savaş da dahil olmak üzere yaklaşık dört haftalık sürekli her çeşit insansıfca sldırılar neticesinde, herkes kesinlikle yeni bir “Erdoğan’ın Waterloo’su” hakında konuşabilir.

İyi silahlanmış Gri Kurtlar tarafından organize ve yöneltien silahsız, Müslüman yerleşimci ordusunun Erdoğan tarafından başlatılan çabası, hem Meriç hem de Yunanistan’ın Ege adalarındaki Yunan sınırlarını kıramadı.

Başarısızlığın öfkesi İslamcıların günlük tepkilerinde resimleniyor. Müslüman yerleşimcileri Yunanistan’a taşıyamadıklarından köle tüccarları Meriç’te deniz polisine pıçaklarla saldırıyor (24/3/2020), Türk Dışişleri Bakanlığı sözcüsü beyanlarıyla yine garipleşiyor (“Yunanistan uluslar arası yasaları çiğniyerek mültecilere gözyaşı ve mermi atıyor”, 23/3/2020). Yasaları çiğnemeyen Türkiye ise, göçmenlerin kendi ifadelerine göre acımasız bir santaj uyguluyor: “Olay yaratmasanız, devamlı çite zarar vermeseniz, Yunan sınırını aşmassanız, aç kalacaksınız!” (Haberler 24/3/2020).

Ege adalarında, Türk hibrit savaşı başka bir biçime büründü: MİT, üç Filistinli kundakçı aracılığıyla Midilli’de bir mülteci yapısını ateşe verdi (7/3/ 2020). Hedef belli, daha geniş bir istikrarsızlık yaratmak. Aynı gün RT Erdoğan, Türk sahil güvenlik görevlilerine göçmenlerin Ege’yi geçme çabalarını önleme emrini veriyordu. Türk İslamcılarının ikiyüzlülüğünün doruk noktası!.. E, Öyleyse..?

“Seçkin operasyonlar” normalde devam ettiler: (16/3/2020) Kea adasına 193 göçmen bulunduran kargo gemisi karaya oturdu. Kısa bir süre sonra (22/3/2020) çoğunlukla Suriyeli mültecilerden oluşan toplam 60 kişi üç tekneyle Yunan adalarına vardı ve ertesi gün (23/3/2020), Midili’ye 56 kişiyi (hepsi Afganistan veya Afrika’dan gelen) taşıyan bir tekne daha geldi!

Yunanistan’ın Ege deniz sınırları, Yunan ve uluslararası güçlerce korunmasına rağmen, doğal olarak bir “geçit” daima bulunur, ama Yunan hükümeti tarafından açıklanan kararların (tutuklama, kayıt ve sınır dışı) titizlikle uygulanması caydırıcı bir katalizör olabileceğinden emin olabilirsiniz.

Mevcut yeni sığınma başvurularının askıya alınması nedeniyle yeni gelenlerin yanı sıra henüz tenha yerleşim yerlerinde kimlikleri tespit edilmeyenlerin kayıt, kimlik tespiti, tıbbi muayene ve sınır dışı (“sığınma başvuruları” incelenmesi işleminin askıya alınması nedeniyle,) çıkarılma işlemleri 10.000’den fazla kişiyi barındırabilecek alt yapıya sahip Gyaros adasında gerçekleştirilebilnirler. Adanın siyasi baskı yeri olarak bilinmesi belki olumsuz düşünceler doğurabilir, fakat bunlar geçmişte kaldı (ada 2011 itibariyle “tarihi yer” olarak adlandırıldı). Bugün Yunanistan’ın kat kat güçlü bir rakipten gelen tehlikeli bir hibrit savaşla yüz yüze geldiğinden dolayı tamamen psikolojik ve neticesiz “düşüncelere” kesinlikle yer verilmemeli…

3) Avrupa: Avrupa’yı miliyonlarca yasadışı Müslüman yerleşimcilerle dolduracağına dair Türk santajı Yunan sınırları aşılmaz olduğu sürece, çalışmaz.

Türkiye’nin tüm talepleri (2016 AB-Türkiye Anlaşması’nın revizyonu, sübvansiyonların artırılması, AB ülkelerinde Türk vatandaşlarına vizesiz seyahat izni, Kıbrıs’ın Avrupa entegrasyon adımlarına yönelik itirazların kaldırılması, Türkiye’nin Suriye işgaline destek vb.) tamamiyle rededildiler. Avrupa Komisyonu Türkiye’yi programlı olarak Meriç’e gönderdiği herkesi geri çekmeye, Anadolu kıyısına gönderilenleri tamamen durdurmaya ve AB- Türkiye 2016 anlaşmasını tam olarak uygulamaya çağırıyor. Bunlara karşılık, Türkiye’ye daha fazla mali destek vermeye hazırlanıyor.

RT Erdoğan Rus-Türk dostluğunun sınanması döneminde Türk-Avrupa ilişkilerini şantaj üzerine kurduğundan dolayı açılan “yara”, Türkiye’yi tamamen zayıflatıyor. Yunanistan sınırlarının Avrupa için büyük önem taşıması bunun bir göstergesidir.

4) Libya: Türkiye’nin Libya’ya apaçık karışımı, yalnız Libya topraklarının 10% kontrol edebilen Devlet Başkanlığı Konseyi’nin atanmış, zepzengin, Türkiye vatandaşı Libya Başkanı ve Başbakan Fayiz Mustafa es-Serrac ile girilen işbirliği, Türkiye için kanayan bir yara olmasından yana çok seviyeli problemler de yaratmakta:

İnsanlık, sadece başıbozuk lejyonerlerin değil, Türk ordusu mensuplarının da kurban edilmeleri, Libya Ulusal Ordusu Komutanı Halife Hafter’ın 21/3/2020’de Twitter hesabına, ölü Türk askerlerinin videosu altına çok karakteristik bir yorum göndermesine neden oldu: “Türk askerleri Libya’da ölüyor, Türk askerleri Suriye’de ölüyor. Neden ? Bir aptalın fantazisinin tatmini için”.

Ekonomik, büyük bir alan dahilinde askeri teçhizatın günübirlik büyük kayıpları, Libya’da (Suriye’de de olduğu gibi) ANKA ve Bayraktar türleri Türk insansız İHA uçaklarının sinekler gibi düşürülmesiyle Türkiye İslamcılarının bir efsanesini daha yıkıldı.

Diplomatik, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasından beri benzeri görülmemiş bir uluslararası tecrit ve Arap, Avrupa ve diğer birçok ülke ile gittikçe güçlenen düşmanca ilişkilerin kurulması.

Yukarıdakilere ek olarak, zepzengin, Türkiye vatandaşı Libya Başkanı ve Başbakan Fayiz Mustafa es-Serrac’ın günlerinin sayılı olduğunu göz önüne alırsanız, Libya’nın neden Türkiye’ye, R.T. Erdoğan tarafından yaratılan başka bir kanayan yarası olduğunu anlayabilirsiniz.

5) Koronavirüs, başlangıçta “koronavirüs küresel sorunu” İslamcı Türkiye’de inanılmaz bir hafiflikle ele alındı: Türk gazeteci Memduh Bayraktaroğlu’na göre, “Erdoğan Ailesi” Başkanı ve Damatı  “koronavirüsün ülke ekonomisine katkıda bulunacağı” görüşü dile getirildi.

İşler ciddileştiğinde, bazı önlemler açıklandı (havaalanlarında termal kameralar, ulaşım araçlarının dezenfeksiyonu – 7 Mart 2020) ve kamuoyunda koronavirüs için endişesini dile getirmeye cesaret edenler tutuklandı.

İlk salgın vakası 10/3/2020’de duyuruldu ve bir hafta sonra (Salı 17/3/2020), 19 kişi internette koronavirüs pandemisi ile ilgili endişelerini bildirdikleri için tutuklandılar!

Ertesi gün (18/3/2020) R.T. Erdoğan, koronavirüs le alakalı konuşmasında, diğer açıklamaları dişında Türkiye’nin bu krizden faydalanacağını iddia etti ve “Beklentilerimizin ötesinde güzel bir görüntü bekliyoruz”, “bu prosödürü de bir yandan sabır, diğer yandan dua ile başarıyla geçirteceğiz!” gibi beyanlarda bulundu. Belli ki, insan hayatı pantürkistler* için pek bir önem taşımamakta!

25/3/2020’de Türkiye 44 ölü ve 1,782 virüs vakasını ilan ederken R.T. Erdoğan, Türk halkına “Türkiye 2-3 hafta içinde salgının üstesinden gelecektir” güvencesini veriyordu!

Türkiye Sağlık Bakanı Fahrettin Koca da aynı çerçeveden hareketle “Devletin olağanüstü hal ilan etmesine gerek yok, herkes yapabileceğini, herkes kendisi için yapsın!” derken, Oxford Üniversitesi tarafından 100 ülkeden alınan verilerden yapılan bir araştırmada, Türkiye’deki salgın sayı artma hızının diğer tüm ülkelere nazaran daha büyük olduğu saptandı.

Son olarak, 25/3/2020’de NBA’nin Türk basketbolcusu ve rejim aleyhtarı Enes Kanter’in, Türkiye’nin sokaklarında koronavirüsten ölen çaresiz insanlar konulu Twitter mejında yaptığı yorum: “Maalesef Türkiyede çok sayıda insan gün ortasında koronavirüsten sokak ortasında ölüyor. Diktatör Erdoğan hâlâ her şeyi örtbas edip gerekli özeni ve dikkati göstermiyor. Bir şeyler yap deli Erdoğan!”…

SONUÇ OLARAK

Recep Tayyip Erdoğan, bugün Türkiye’de uyguladığı parlamenter feraceli, dikta rejimi ile 21. yüzyılda acımasızca hayatlar alarak, zorbalıkla çıkmaz siyasetler uygulayarak, yeni Osmanlı İmparatorluğunu canlandırmaya koyuldu.

Rejimin açgözlülüğü, yolsuzluğu ve suç ortaklığı, Türkiye içinde acımasızca insan yaşamını feda ederek, koronavirüsün küresel felaketini de”kar olarak görüyor”. Bu kazanç Türkiye veya Türk vatandaşları için değil, yozlaşmış “Erdoğan Ailesi” nin cepleri için!

Ancak Erdoğan rejiminin tüm bu uygulamaları ve bugünün egemen Türk siyasal iktidarının yeni Osmanlı görüşleri, Türk aydınlarının, edebiyat ve sanat insanlarının, akademisyenlerin ve aydınların genel iradesine tamamen ters düşüyor.

Bu insanları Türkiye içinde ve dışında desteklemek, sadece Yunanlıların yükümlülüğü değil, uluslararası toplumun ihtiyatlı katkıda bulunma gereksinimi dir ki Türkiye’de Panturkist kanlı ve insanlık dışı bir dönemden sonra barışçıl bir dönem yaratılsın.

R.T. Erdoğan, çeşitli cephelerdeki feci yenilgilerine, Türkiye ve Türk halkına açtığı kanayan yaralara rağmen, komşumuz Türkiye’de uyguladığı acımasız dikta rejimi sayesinde hayatta kalmayı başarıyor.

Ne zamana kadar?

Türkçe’ye Çeviri: Vasilis Kiratzopulos

[*] Panturkizm ve Türkiye’nin Helenizm e karşı uyguladığı siyaset, yazarın otobiypgrafisi olan “Mucize – Gerçek Bir Hikaye” 5. Yunan baskısı (2020) ve 3. İngilizce baskısı (2019) kitabında anlatılmıştır. Kitabı Uluslararası Helen .Kütüphanesi’nden ücretsiz olarak temin edebilirsiniz. İnternette ücretsiz olarak ulaşabileceüiniz kitap, Yunanca, İngilizce, Fransızca ve Türkçe güncellenmiş kaynakçalar içermektedir. https://professors-phds.com/the-miracle-a-true-story/

πηγή

INTERNATIONAL HELLENIC ASSOCIATIONξ